Meslekler Tarihi – Eskiçağdan Günümüze Zanaatsal ve Sanatsal Uğraşlar kitabı, İnkılap Kitabevi tarafından 2016 yılında basılmıştır. Kitabın yazarı Prof. Dr. Zeki Tez.
Yazarla ilgili biraz bilgi vermek istiyorum. 1948 Ankara doğumlu yazar ilk, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Kimya bölümünden 1971 yılında “Kimya Yüksek Mühendisi” olarak mezun olmuş. Aynı üniversitede Fizikokimya kürsüsüne asistan olarak girmiş. Yüksek lisans çalışmasını 1974; doktora çalışmasını 1977; doçentlik çalışmasını ise 1982’de tamamlamış. Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya bölümüne doçent olarak atanmış. 1989’ da profesörlük unvanını almış 2002 yılında Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’ ne geçmiş. 2015 yılında yaş haddinden emekli olmuş. Evli ve iki çocuk babası.
Eserleri:
- Doğabilimsel ve Teknik Araştırma Yöntemleri (Çeviri, 1984),
- Madencilik ve Metalurji Tarihi (1989).
- Anorganik Doğal ve Yapay Boya, Boyarmadde ve Boya Katkı Maddeleri Kılavuzu (1994).
- Doğa Karşısında Pratik ve Teknik Uğraşı (1995),
- Bilimde ve Sanayide Kimya Tarihi (2000),
- Kimya Dili Üzerine Tarihsel İncelemeler (Çeviri, 2000),
- Bilim ve Teknikte Ortaçağ Müslümanları (2001),
- Tekniğin Evrimi (2005),
- Matematiğin Kültürel Tarihi (2008),
- Otomatlar-Mekanik Oyuncaklar Tarihi (2008),
- Fiziğin Kültürel Tarihi (2008),
- Biyolojinin Kültürel Tarihi (2008),
- Kâğıdın ve Matbaanın Kültürel Tarihi (2008),
- Mitolojinin Kültürel Tarihi-Doğu ve İslam Mitolojisi (2008),
- Tekstil ve Giyim Kuşamın Kültürel Tarihi (2009),
- Astronomi ve Coğrafyanın Kültürel Tarihi (2009),
- Gündelik Yaşam ve Eğlencenin Kültürel Tarihi (2009),
- Patlayıcı, Silah ve Savaş Tekniğinin Kültürel Tarihi (2010),
- İlaç ve Parfümün Sihirli Dünyası-Tarihte Eczacılık Güzel Kokular ve Kozmetik (2010),
- Gizli Bilimlerin Serüveni (2011),
- Alet ve Makinelerin Kültürel Tarihi (2011)
- Lezzetin Tarihi (2012),
- Madencilik Metalürji ve Minerallerin Çileli Tarihi (2012),
- İslamın Batı Cephesi (2014),
- Acayip Sözlük (2014),
- Avrupa’da Türk İzi (Oryantalizm ve Turquerie) (2015)
- Tıbbın Gizemli Tarihi (2016),
Başta meslektaşlarımız olmak üzere meslek hastalıkları ile uğraşan herkesin ilgisini çekecek kitaplarını emeklilik sonrası dönemde kaleme almış.
Meslekler Tarihi kitabının alt başlıkları ise şu şekilde sıralanmış:
- Eskiçağda Zanaatsal ve Sanatsal Uğraşlar
- Bizans’ta Çeşitli Sanatlar ve Meslek Düzeni
- Ortaçağ Avrupa’sında “Yedi Mekanik Sanat” ve Meslekler
- Zamana Yenik Düşerek Kaybolan Meslekler
- Yeniçağ Avrupa’sında Çeşitli Meslekler
- İslam Dünyasında Esnaf ve Meslekler
- Osmanlı’da Ehl-i Hiref Teşkilatı, Esnaf Birlikleri ve Esnaf Grupları
- Osmanlı Şenliklerinde Esnaf Alayları
- Osmanlı’da Esnaf ve Meslek Betimleri
- Osmanlı’da Bürokrasi
- Esnafa Uygulanan İbretlik Cezalar
- Sağlıkla İlgili Esnaf, Görevli ve Hizmetliler Üzerine
- Osmanlı’da Meslek Sanatlarının Gezegenlerle Bağlılaştırımı
- Yahudilere Yasaklanan Meslekler
- Sokak Satıcıları ve Satış Çığrışları
- Günümüz Meslekleri
Çok rahat okunan kitaptan, “günümüzden yaklaşık 10.000 yıl önce bakırın Ortadoğu’ da kullanıldığını, M.Ö. 5000’lerde İran ve Afganistan’da bakır cevherinin eritildiğini, sonraki yüzyıllarda ise bakırı eritip içine %5-20 oranında kalay katarak bakıra göre üç kat daha sert olan ve insanlığın elde ettiği ilk metal alaşım olan tunç (bronz)’un kullanıldığını” öğreniyoruz.
Mezopotamyalıların, Çinliler, Mısırlılar ve Yunanların çok eski çağlardan beri dokumaları boyamayı, deriyi tabaklamayı, üzümden şarap, arpadan bira yapmayı, sabun üretimini, cam yapmayı bildiklerini okuyoruz.
Yazar, “12. ve 13. Yüzyıllarda Bizans’ ta noterler, kuyumcular, bankerler, ipekli giysi tüccarları, Suriye ipeklisi satıcıları, ham ipek satıcıları, ipek örücüleri, ipek dokumacıları, keten tüccarları, parfüm satıcıları, mumcular, sabuncular, erzakçılar, dericiler, kasaplar, domuz satıcıları, balıkçılar, fırıncılar, meyhaneciler, vali yardımcısının delegeleri, sığır pazarı müfettişleri ve müteahhitlerin lonca örgütlerinin olduğunu, bu loncalardan her birinin, ancak kendi ürünlerini satma hakkına sahip olduğunu, fiyatların sürekli denetlendiğini, ölçü ve tartı aletleri için valilik onayı gerektiğini” belirtmektedir.
Kitabın sonraki bölümlerinde, “Ortaçağ Avrupa’sında 11. Ve 12. yüzyılda zanaatkarların serpilip geliştiği yerlerin manastırlar olduğunu, el emeği gerektiren faaliyetlerde çalışmaktan çekinmeyen keşişler arasında ünlü kuyumcu, çan dökümcü ve dokumacıların bulunduğunu, taş yapı sanatının başlıca uzmanlarının da keşişler olduğunu, bu dönem zanaatlarında işbölümü olmadığını görüyoruz. Lonca’ ya üyeliğin belli bir ücret karşılığı olduğu, üyelerce üretilen malların denetlendiğini, çırak ve kalfaların eğitimi, ustalığa yükselme, tüketilecek hammadde miktarının belirlenmesi, ustaların sayısı, her ustanın yanında kaç kalfa, kaç çırak çalışacağı gibi pek çok konuda kendi kendini yöneten loncaların denetim yaptığını” okuyoruz.
Abanozculuk, ağaç mantar kesiciliği, alev isi üreticiliği (mürekkepçilik), anason yağı imbikçiliği, baca temizleyiciliği, barut yapımcılığı, bileycilik, boynuz işleyiciliği, cam ressamlığı (vitraycılık), cam yapımcılığı, çanak çömlekçilik, çan ve top dökümcülüğü, çilingirlik, dokumacılık, dericilik, duvarcılık, gezgin sanatçılık, gramafon tamirciliği, gözlük yapımcılığı, berber cerrahlık, kağıt yapımcılığı, kazıma ressamlığı (gravürcülük), kemik ve fildişi işlemeciliği, lakecilik, maden arayıcılığı, mumculuk, nalbantlık, odun katranı damıtıcılığı, odun kömürü yapımcılığı, parfümcülük, potas pişiriciliği, saatçilik, sabun pişiriciliği, sepetçilik, şarap fıçısı yapımcılığı, tel çekiciliği, tiryakçılık, tuzculuk, tüfek yapımcılığı, yağcılık, zırh yapımcılığı gibi pek çok mesleğin zamana yenik düşerek kaybolduğunu görüyoruz.
Yeniçağ Avrupası’nda mengene, cep saati, sikke basma makinesi, destekli torna tezgahı, ince mekanik ürünü sayısız aletin yapıldığını, Paracelsus’un madencilerin hastalıkları ile ilgili yazdığı Von der Bergsucht oder Bergkranckheiten drey Bücher (Maden Arama ya da Madenci Hastalıklarına İlişkin Üç Kitap; 1533-1534) adlı eserin meslek hastalıkları konusunda yazılmış ilk eser olarak kabul edilebileceğini, “iş hekimliğinin babası” diye anılan Bernardino Ramazzini’nin 1700’ de yayınladığı De morbis artificium diatriba (Meslek Hastalıkları Üzerine; 1700) adlı ünlü eserinde iş kazalarının önemini, alınacak kimi sağlık ve güvenlik önlemlerini belirterek bu alanda öncülük yaptığını, Ramazzini’nin sağlığı etkileyen kimyasallara, tozlara, metallere ve diğer aşındırıcı öğelere maruz kalan 52 farklı meslekte hastalıkların gizil (potansiyel) kaynaklarını araştırdığını, bu meslekler arasında madencilik, çömlekçilik, marangozluk, hayvan damgalayıcılığı, çiftçilik, altın yaldızcılık, ebelik, eczacılık, şarkıcılık, ressamlık, askerlik ve fırıncılığın bulunduğunu biliyoruz.
Yazar, “İslam inanışına göre Tanrının her peygambere bir meslek verdiğini ve zanaatların onlara Hz. Cebrail tarafından öğretildiğini, bu bağlamda Hz. Adem’in çiftçi; Hz. İdris’in terzi ve kâtip; Hz. Nuh’un marangoz; Hz. Hud’un tüccar; Hz. Salih’in deveci; Hz. İbrahim’in (M.Ö. 1700’ler) sütçü, dokumacı, mimar ve inşaatçı; Hz. İsmail’in avcı; Hz. İshak’ın çoban; Hz. Yusuf’un saatçi ve melik; Hz. Musa’nın sığırtmaç/çoban; Hz. Harun’un vezir; Hz. Zülkif’in ekmekçi; Hz. Lut’un tarihçi; Hz. Üzeyr’in hammar (şarapçı); Hz. İşmoil’in tercüman; Hz. İlyas’ın dokumacı; Hz. Davut’un zırhçı; Hz. Süleyman’ın hurma yaprağından zembil örücüsü; Hz. Zekeriya’nın dülger/zahit; Hz. Yahya’nın şeyh; Hz. Eremya’nın cerrah; Hz. Danyal’ın remilci; Hz. Lokman’ın hekim olduğunu” belirtiyor.
Yazar, “17. yüzyılda İstanbul’ da çalışmak için bir işyeri bulunmayanların İstanbul’ a sokulmadıklarını, surlardan geçerek İstanbul’ a girmek isteyenlere nerede çalıştığının sorulduğunu, bir lonca teşkilatına kayıtlı olduğunu kanıtlarsa, “başı, lonca teşkilatına bağlı” olduğu için kente girme izni verilir ve onlara “başı bağlı” anlamında ser-best denilirdi. Böylece, Farsça “başı bağlı” anlamına ser-best sözcüğü, Osmanlı Türkçesinde, İstanbul’ a özgürce girebilme ve çalışabilme bakımından “özgür” anlamında kullanılırdı.” diyor. Arapça fütüvvet ya da ahiyan terimlerinin “genç kardeşliği/gençler teşkilatı” anlamına geldiğini, Fütüvvet teşkilatının ilk olarak 13. Ve 14. yüzyıllarda Selçuklularda görüldüğünü, Osmanlı sultanı Orhan Gazi ile oğlu Sultan I. Murad’ın Ahi Ocaklarında kuşak kuşanarak Ahi olduklarının bilindiğini, Osmanlı esnaf teşkilatında Ahi topluluğuna giren bir gence yakışan davranışları anlatan eserlere “fütüvvetname” dendiğini, Ahiliğin 740 kuralının bulunduğunu, Ahilerin eli, kapısı ve sofrasının “açık”; gözü, dili ve belinin “bağlı” olması gerektiğini, Ahiliğin 18. Yüzyılda anlamını yitirdiğini yerine lonca sisteminin kurulduğunu ve bu dönemdeki meslekleri illere ve bazı kanunnamelerde yer aldığı gibi listelemiş ve sonrasında da her bir mesleği ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Kitapta Osmanlı bürokrasisinde memur kategorileri ve yönetici sınıfın unvanlarından söz edildikten sonra, Osmanlı’da yedi gezegenin her birinin bir meslek ve sanatla eşleştirildiği; Zuhal (Satürn) hazinedar, Müşteri (Jüpiter) kadı, Merih (Mars) serasker, Şems (Güneş) Sultan-ı Cihan, Zühre (Venüs) çalgıcı ve besteci, Utarid (Merkür) kâtip, Kamer (Ay) Şems’in veziri ya da kaimmakam ile ilişkilendirildiğini okuyoruz.
Yahudilere yasaklanan mesleklerin ardından sokak satıcıları ve satış çığrışlarını eğlenceli bir dille anlatan yazar, “sanayileşmenin başlangıcı sayılan 1850 yılında İngiltere’de yalnızca 431 meslek kolu bulunuyorken, 1920 yılında bu sayının 20.000’e günümüzdeyse 45.000’e ulaştığını” ifade ediyor.
Kitabın satır aralarında daha önce bir yerlerden duyduğunuz ama tam olarak ne anlama geldiğini bilemediğiniz pek çok sözcüğün anlamını, kökenini, nereden nereye evrildiğini okuyorsunuz. Yukarıda okuduğunuz ser-best sözcüğünde olduğu gibi.
Çocukluk dönemimizden hatırladığımız “Al şu takatukayı takatukacıya takatukalattırmaya götür” diye başlayan tekerlemedeki takatuka’nın tütün tablası olduğunu, sade vatandaş için sarı pirinç ya da bakırdan, zenginler için gümüş ya da altından tütün küllükleri yapan kişilere takatukacı dendiğini, tütün keyfi sürenlerin kullandığı kase biçimindeki tütün tablalarına takatuka dendiğini de satır aralarından öğreniyoruz.
Roma İmparatorluğu’nda askerlere günlük tuz tayını verildiğini, tuz dağıtımı şeklinde yapılan bu ödemenin Latince adının “salarium” olduğunu, daha sonra tuz yerine tuz parası verilmeye başlandığını, batı dillerinde “maaş” ya da “ödenek” anlamına gelen salary (İng.) ve salaire (Fra.) gibi sözcüklerin Latince salarium ya da salairus (“tuza ilişkin”) sözcüğünden türediğini, Ortaçağ Fransız parası sol ile asker anlamına gelen Fransızca soldat ve İngilizce soldier sözcüklerinin de tuzdan türediğini yine satır aralarından öğreniyoruz.
Sonunda oldukça geniş bir kaynakça bulunan kitap 360 sayfadan oluşmaktadır. Kitabevlerinde ve internette satışı yapılmaktadır.
Keyifli okumalar…
İlk yorum yapan olun